16 Haziran 2008 Pazartesi

m-o-a-n

kapalı kapılar ardında hayatımız
birkaç litre alkolün kana karıştığı
saçma sapan danslar sabaha kadar
sevişmeler, elleşmeler ve alenen tacizlere maruz kalarak
bar kapılarında
ben metin'in kankasıyım diye bağırarak
içeri girmeye çalışmak
sulu bira tadından sakınarak

uykunun en tatlı yerinde
tecavüz edilme korkusuyla teslim etmek
sigara paketini iki kendini bilmeze
sabaha karsi bir koltukta
iki kişi yatarken
yüksek dozda mutluluk ve baş ağrısı ile
böcek ilaçlama şirketinden gelen
görevlilerin sesleriyle uyanmak
bilmedigin bir evde
saçmalayarak

constantin brancusi

bir heykeline takılı kalarak
gözlerinde kanat çırpmak
kıyılarına dogru denizin yorulmadan
kelimeler kaybetmeden değerlerini
ulaşmak nefes alıp verişine
rüzgarın incitemeyeceği
boşluktaki kuş gibi
ve öperken bütünleşmek
toprak ve su gibi
ellerinde
brancusi'un

enkaz altında aşk hikayeleri

hiçbir ses yok
yoksun
ve bir süredir hatıralarına dönük yüzüm

düşüyor yere yankılanan sesin
soyunurken odanın duvarları
üç kuruşluk operayı
birkaç porteye sıgdırıyor kalemim
ve birkaç gölge hareketi ile
titrek dizlerinin üzerine düşerken duvarlar
geçmişin üzerine bir set çekerek
odandan çıkıyorum

artık sesin yok
notaların da yok
sen de yoksun.

easy!

ha-ha!
lou reed tonlamasıyla...

hike to heaven?
easy!

ha-ha!

bütün korkunç masallar anlatıldı. çok çok önce. çok çok öncesinde...

11 Haziran 2008 Çarşamba

Yıldızlar Ateşböceği SanılmAktan Korkmazlar

ne güzel bir laf tanrım,
düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizliğimizin anlaşılması,
korkularımızın paylaşılması,
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.

kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
deniz minareleri, midyeler,
kirpiler ve kaplumbağalar gibi.

sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.

güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
korkaklığımı, sevgi isteğimi
en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem,
bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce.
anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
o da çözülecek belki.
samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince.

oysa bir görebilsek bunu.
kalmadı böyle insanlar demesek.
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
kırılmaktan korkmasak. yaralansak...
ne olur bir darbe daha alsak.
yeniden açsak kendimizi,
atabilsek kabuğu.
denesek.
risk alsak.
yanılsak.
fark etmez.
tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
ve kucaklaşsak yeniden.
tıpkı eskisi gibi.
ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.

o zaman fark edeceğiz.
ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
sevgiye çok ihtiyacımız var.
ufukta kara bir kış görünüyor.
ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
kurtulun bu yükten.
korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
hem hepimiz bir yıldızız.
ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.